top of page

yapabilme ve takdirname


serinin bir önceki yazısında evin küçüğü olmaktan bahsetmiştik, aynı durumda iseniz bilirsiniz size bir şey yaptırılmaz, çünkü küçük olmak sonsuza kadar kalır :) bir yandan her işinizin birileri tarafından yapılması suretiyle bedava yaşamak oh ne âlâ memleket derken bir gün iş başa düşünce ortalık karışır. bu sefer bocalamalar başlar. üstelik 10 küsürlü yaşlarında anne-baba evinde güvenli ortamda deneme-yanılma yapmak varken 20 küsürlü yaşlarda muhtemelen üniversite sebebiyle gurbette, yurtta veya öğrenci evinde Allah'a emanet denemek var. belki de daha da ilerisine kalır 30'lu yaşlara denk gelir. o zaman iyice geç kalınmış oluyor artık, tecrübeyle sabit.


tek başına evde yaşamak, öğrenci yurdunda yaşamak gibi değil. ev durduğu yerde bakım ve yönetim isteyen bir ortam. hiç kıpırdamamış dahi olsanız en az haftada bir temizlik isteyen, buzdolabını dolu tutmayı gerektiren, elektrik ve su faturalarını yönetmeyi gerektiren sorumluluklar bütünü. açıkçası üniversite okuyan bir gence bırakılamayacak kadar yoğun ve detaylı sorumluluklar. belki de bu yüzden "öğrenci evi" diye bir kavram var :) sürekli makarna pişen, devamlı bulaşık bulunan, eksik gedik eşyalarla idareten yaşanan bir hayat. elbette kendiliğinden çok düzenli olan kişiler olabilir ve bu iş biraz karakter biraz yetiştirilme işi. üstelik kadını erkeği de yok.


bana gelince efenim. baba evinden evlenmek suretiyle uçunca vay bana vaylar bana :) uzun süre öğrenci evi şeklinde yaşadık. neyse ki eşim de buna yatkın esnek bir karakter. ve de o günün şartlarında ikimiz de "ok"dik. zaman geçtikçe bize de bir şeyler oldu ve düzen aramaya başladık. önce temizlik, tertip, düzen girdi hayatımıza. bunun için destek aldık; temizlik adına yardıma gelen birisi vardı; neyse ki halen de var. sonra bu düzenli ve temiz eve sıcak ev yemeği, dolu buzdolabı ve belli saatte yenen akşam yemeği gibi gereklilikler girmeye başladı. hayat bizi böyle ittirdi resmen. konuşup gereksinim duyduğumuzu anmadık ama böylece düzeni kurup yaşamaya koyulduk. derken devamı geldi. demem o ki; bazen bırakmak gerekir. ben çok fazla yapamasam da, kontrolcü olup her şeyi öngörmek, yönetmek, organize etmek gibi çabalarım olsa da siz yapmayın derim. bazen akışa teslim olmak bizi olması gerekene götürüyor. o gidişatta da sürekli olarak şimdi ne olacak, sırada ne var kısmına gerek kalmıyor. esnek olun, adapte olun, gerisi gelecek, emin olun :)


bunları desem de "multitasking" olayını içselleştirmiş biriyim. hatta daha ziyade bundan tatmin oluyorum. çok olsun, yoğun olsun, hepsi aynı anda ve yoğun olsun. koşalım, çaba gösterelim ve varınca kutlama yapalım, serilip yatalım ve başarının tadını çıkaralım isterim. bu nedenle de genelde meşguliyet edindiğim durumlarda pek çok konuda aynı anda yoğunluk yaşarım. normalde bu ortamı kendim oluşturur ve içinde kendimle boğuşurum. bir şekilde kendi sınırlarımı zorlamayı severim. bazen bunu çok abartabilir ve tükenmiş hissederim. kendi kendime "exhausted" oldum dediğimi çok duyarım. özellikle işler karışmaya başladığında en ufak bir başarısızlık riski, korkusu veya endişesi beni geri çekilmeye iter. hemen planlar gözden geçirilir ve acil eylem planları devreye girer :) o işten mutlaka galip çıkılacak yoksa 40 satır ve 40 katır başka yol yok :)


kendimle ilgili de bu kadar acımasızdım, hep öyleydim. derken son yıllarda sanırım son 3-4 yıldır ki 30'lu yaşlarıma girmekle beraber kendime şefkatli olmakla ilgili aydınlanma yaşadım. senin hatan değil, senin suçun değil, sen tam ve muktedirsin gibi kendi kendime motivasyon sistemi kurdum. tam işlediğini söyleyemem. yılların alışkanlığı var sonuçta, sert girmek adetten olmuş. oysa kendine şefkatli ol daha dünden beri var. ne kadar yürümüyor desem de hatırladığım oluyor. ve zulme başladıysam da hafifleterek bitiriyorum. böylelikle farklı düşünme, başka yol arama gibi kanalları açabiliyorum ve hem daha huzurlu hem de çözüm odaklı kalıyorum,

denemeniz tavsiyesiyle,

sevgi ve selamla.

bottom of page