top of page

pazar yeri...


bugüne bakınca ne görüyorsunuz? buraya nasıl geldiniz? elbette ki aldığınız kararlarla. peş peşe alınmış pek çok kararla.


kararlarımızın asıl sebebi düşündüğümüzden daha önemli. "neden buraya geldim?" diye sorunca verdiğim cevap bazen beni üzebilir bazen de gurur sebebidir. en temelde cevabın ne olduğu ve tutarlı bir hikayeyi doğurması esas. "keşke" dememek için diye başlayan cümleler kurmayacağım, bunu gerçekçi ve samimi bulmuyorum. bu kadarına dikkat etmeye çalışmak sizi hayatı istediğiniz ritim ve sahicilikte yaşamaktan alıkoyar. elbette gelişi güzel yaşamaktan da söz etmiyorum. ancak alternatifleri bulundurmakla kurgusal düzenlerde yaşamak arasında da anlamlı farklar olduğu açık ve net.


bugün içinde bulunduğunuz resim, etrafınızdaki varlığınız; maddi ve manevi sahip oluşlarınız tamamen bugüne kadar yaptığınız bilinçli tercihlerin sonucu. peki şimdi ne eksik? bazı durumlarda her şey tam da istediğiniz gibidir fakat buna rağmen bir sorun hissedersiniz. önceleri görmezden gelinmesi kolay yeri farklı meşgalelerle doldurulabilir düzeyde olur sonra sonra o yerine koyduğunuz her şeyi de içine alarak büyümeye başlar. canınızı sıkan konu ile uğraşmakta bir o kadar can sıkıcı ve dahi yakıcı olabilir. çünkü "hadi kendine gerçekçi ol" der, "biz bizeyiz; sen, ben, nefsin, arzuların, hırsların, hayallerin, hedeflerin,..."


kendine dürüst olmaya çalışmak için iç sesim ne derse desin kabulüm demeye hazır olmak lazım. bazen fazla gaddar olabilir bazen de fazla pohpohçu. gaddar bir iç sesiniz varsa sizi kamçılarla adam etmeye çalışan bir ruhunuz olma ihtimali yüksektir. bir aptallık yapmışsam kendime en aşağılayıcı eleştiriyi, hakareti ben eder cezasını da ben keserim. bu biraz ego biraz da öz terbiye olabilir. belki de en basitinden yetiştirilme tarzıdır. nasıl yani, sen nasıl böyle konuşursun, nasıl böyle davranırsın? sen ki herkese örnek davranışlar sergileyen, tek başına olduğunda bile etrafında beş yüz göz izler gibi davranan, sen, sen, nasıl yani, yok değildir, bu sen olamazsın...küçücük bir çocukken omuzlarınıza yüklenmiş olan böylesi bir sorumluluğun yetişkinliğinize nasıl etki edeceğini tahmin bile edemezsiniz.


pohpohçu içsesi ise başlarda eğlenceli olabilir. "aslansın be oğlum/kızım, nasıl verdin cevabı, nasıl yapıştırdın anında, kapak yaptın ses geldi :) çok iyisin, bu akıllar, bu duruş, boy, pos kimsede yok. şöyle bir destur etmeleri lazım seni görünce, nasıl olacaktı ya, başka türlüsü mümkün mü? hani başka kim var böylesine..."şeklinde devam edip gidebilen, konudan veya ortamdan bağımsız olarak her şeyin ve herkesin en üstünde/ötesinde iyi olanı kendi kendine pompalamaya devam edip giden bir içses...bazı çeşitlerde dışarıdan sert eleştiri geldiğinde geçici silkinme yaşanma ihtimali olsa da ileri düzeyde "teflon tava" dediğimiz asla üzerinde durmayan bir tarz olma ihtimali daha yüksek olabilir :)


sanki hepimizin zaman zaman hepsine ihtiyacı var. bazen kendi kendini dövmekten yorgun düşen ruhunun gülüşü solar, bunu dışarıdan bakınca fark etmek pek de mümkün değildir, içsel mevzuular. sen farkında mısın acaba? etrafından ilgi beklersin, birisi omzuna dokunsa anlatacaksın ama bir o kadar da gömülü hisler olunca da beklemek uzun sürebilir. bu arada sanatsal bir tarafınız varsa bu ruh durumları besleyici de olabilir. fakat uzun süreli solgun gülüş kalıcı hüzün da bırakabilir. ehhh işin sonu gene kendi kendine çözüme gitmekte. size ne olduğunu, neyin işe yaramayacağını, nelerin artık işe yaramadığını tespit etmek ve çözmek...


bazen bir başına sessiz ve derinden bazen de sevdiklerinle şarkılarla ve dans ederek.


sevgi ve selamla.

bottom of page