top of page

pazar yeri...


bir süredir çok sahiciyim, önce kendime karşı sonra da karşımdakilere karşı... nerden çıktı ben de bilmiyorum, tam olarak kendi tercihim mi ondan bile emin değilim. kendime rağmen süreçlerinden birindeyim sanırım, hadi hayırlısı...


genelde oldukça temkinli, 40 kere düşünüp bir hamle yapan biriyimdir. çok konuşurum, en azından öyle görünür. aklımdan geçen ağzımdan dökülüverir. ama bir noktaya kadar. zihnimin arka odalarında devamlı farklı senaryolar yazılır. kırk tilki kuyruğu birbirine değmez hesabı. tam olarak tilki kadar kurnaz diyemem, çünkü kurnazlık iyi bir yalan kurgusu ve yönetimi ister. benim zihnim gerçeklerle oynamakla meşgulken uyduracağı yalanları hatırlayamaz.


fake it until make it olayı bir dönem hayatımıza bomba gibi girmişti. özellikle hazır menü, hızlı program, hap gibi koçluk tarzı seminer, eğitim programlarına gidip gelmiş sevgili yöneticilerimizden çok şey öğrendik. genelde nasıl yapılmaması gerektiğine dair olsa bile, bunu fark etmekte de şanslı olduğumuzu düşündük. ha bir de goy goy yapma fırsatı sundukları için minnettarız :)


ne kadar önemliymiş o goy goy zamanları. çalışan bağlılığı üzerine baya kendimi parçaladığım zamanlarda gördüm. ne yapsak da mutlu etsek, şurası aksadı hemen telafi edelim derken hiç anlamamışız mevzuyu. mevzu neymiş peki? muhabbet etmekmiş. iki ciddi üç komedi, bir hal hatır bir parça dedikodu derken işte sana oluşan derin bir bağ. ne kadar da sığ görünüyorsa bile hiç öyle değil. sizi fark etmeden sizi birbirinize bağlayan muhabbet edebilme hali bir noktadan sonra bakış açısını anlamaya, yeri geldiğinde omuz vermeye ve en önemlisi de arkanı kollamaya kadar gidebilen bağlara dönüşüyor.


fiziki iletişimimiz koptuğundan beri kaybettiğimiz en önemli unsur bu. ekran aracılığıyla karşılıklı boş boş muhabbet edemiyorsun. ekran araya girdiğinde vakit kaybetmek istemiyorsun. sanki zaman daha bir kıymete bindi. halbuki hep öyleydi. bunu yapabilmek için ekranın sürekli açık kalması gerekiyor. toplantınız olmasa bile sabahtan ekranı açıp karşılıklı canlı yayında kalırsanız muhtemelen ofiste olduğu gibi bir ortamı yakalarsınız. çünkü ofiste öyleydi. hepimiz bir odada hatta bir masanın dört köşesinde hapşırsak duyar şekilde tüm günü beraber geçiriyor, ailemizden çok ofis arkadaşlarımızı görüyorduk. birisi bunalınca diğerine sataşır öylece mesai geçer gider. o zaman ekranlarla yaşarken de bunu simüle etmek enteresan olabilir. tek konu evden çalışma sırasında evdeki doğal halinizle kalmak veya ofisteki gibi biraz daha özenli davranmak arasında değişen davranış skalasının doğuracağı fark olabilir...


kendime karşı sahiciliğime gelirsek ne hissettiğim ile alakalı diyebilirim. kendimi konumlandıramadığım bir aile sohbeti, rolümü oturtamadığım herhangi bir ilişkiler ortamı...olmadı demek biraz cesaret istiyor. mesela tek başına kalmaya cesaret etmek gibi. mesela başaramadın diye kendine söylemek gibi. mesela ya sonra demekte net olmak gibi. alternatifleri görebilmeye çalışmak da bir cesaret. sahip olduğunuz imkanlar, içinde bulunduğunuz sosyal çevre ve üstlendiğiniz sorumluluklar arasında fazla derin yaralar almadan sıyrılabilmek hayatın cambazı olmakla ilgili. ne kadar cambazlık var bilmem, bir miktar rol kesmekte tamamım, ancak onun da bir haddi hududu var elbette.


en önemlisi kendini ve ne istediğini ve yahut neyi istemediğini açıkça kendine söylemek. emin olmak ve aksiyon almak. ne istiyorsun o zaman? ona ulaşmak/sahip olmak için neye ihtiyacın var? peki buna gerçekten hazır mısın? emin olup hazır olduğunda yüksek sesle dile gelmek, ayağa kalkmak ve ilerlemek...


pazar keyfiniz bol, zihinsel karmaşalarınız az olsun


sevgi ve selamla.

bottom of page